Zihinsel Düzenleme Tekniği

İnsan, canı sıkıldığı, üzerinde yüklerin altında ezildiği zamanlarda bir arkadaşıyla dertlerini paylaşır ve çok kere, "üzülme...sıkma kendini...dert etme ne yapalım..."türünde yorumlarla karşılaşır. Aileden, bir büyükle veya halden anlaya bir öğretmenle sıkıntılar paylaşıldığında da "bu böyle zor bir dönem işte...sık dişini bir süre sonra hepsi bitecek...şurada kaç ay kaldı biraz daha gayret et..."gibi yaklaşımlarla karşılaşmak olağandır. Herkes zaman zaman yakın çevresinden bu gibi sözler, cesaretlendirici(!) tavsiyeler duymuştur. Ama yine herkes bilir ki, sıkıntısını olan kişi derdini başkasına açmadan önce, zaten birçok defa kendi kendine benzer şekilde telkinlerde bulunmuştur.

Birçok kimse, insanın duygu ve düşüncelerini belirleyenin çevredeki insanlar ve meydana gelen olaylar olduğunu kabul eder. Bu sebeple insanlar, kendilerini gerginliğe iten ve duygusal açıdan sıkıntı veren, dışındaki olay ve kişileri suçlar. Böyle yapmakla da hem sterse yol açan hem de sterle başa çıkmayı güçleştiren önemli bir hataya düşer. Bu hata, insanın hayatındaki en büyük gerginliğin ve baskının, olayları değerlendirme ve yorumlama biçiminden kaynaklandığını görmeyi engeller.
Bu da "Zihinsel Düzenleme Tekniği" denilen yöntemi meydana getirir. Bu yöntemle herkesin zaman zaman kendini kaptırdığı ve mantıklı olmayan düşünce biçiminden kaynaklanan endişe gerginliklerle yapıcı bir biçimde mücadele etmesi mümkün olacaktır.

Zihinsel Düzenleme Tekniği' ne geçmeden önce düşünceler, duygular ve davranış modeli arasındaki ilişki ele alınmalıdır:

A-B-C MODELİ

Pek çok kişi, düşüncelerin, duyguların ve davranışın birbirinden ayrı ve bağımsız olduğunu düşünür. Günlük ilişkilerimizde sık sık "Heyecanlanmak istemiyorum ama elimde değil." veya "Sinirlenmek istemiyorum ama elimde değil." Şeklinde sözler duyarız. Böyle bir ifade, düşünce ve duyguların birbirinden bağımsız olarak ortaya çıktığını ve doğrudan birbirlerine bağlı olmadıklarını varsaymaktadır.ancak gerçek, bu varsayımın tam tersidir. İnsanın hayatında engel olunamayacak üzüntü, öfke ve hayal kırıklıkları çok ender meydana gelir.

Düşünceler, duygular ve davranışlar arasındaki ilişkiyi Dr. A. Ellis' in geliştirdiği A-B-C modeli üzerinde şöyle açıklayabiliriz:
Bu model üzerinde A noktası, duygu ve davranışa yol açtığı varsayılan olaydır. Örneğin, anneniz, babanız veya öğretmeniniz, bir ödevinizi zamanında tamamlamadığınız için size çıkışmış olabilir. C noktası sizin bu olaydan sonraki duygunuzu ve davranışınızı göstermektedir. Örneğin böyle bir eleştiri karşısında savunucu olabilir ve "Sınıfta ödevi zamanında yapmayan bir tek ben miyim? veya Bu adam bir tek kendi dersi var sanıyor." Gibi bir tepki verebilirsiniz. Ne yazık yaygın bir yanlış inanış olarak, birçok insan A noktasındaki olayın, doğrudan C noktasındaki duygu ve düşünceye yol açtığına inanır.

  1. Olay (öğretmenin eleştirisi)
  2. Duygu ve davranış (üzgün, kızgın, savunucu)

Eleştirilerden ötürü öğretmeniniz sizi üzmüştür değil mi? Oysa A ve C noktası arasında gerçekte çok önemli olan bir şey daha bulunur. A ve C noktaları arasında bizim yorum ve yaklaşım biçimimiz vardır. Düşünce ve davranışı esas etkileyen bu yorum ve yaklaşım biçimidir.

  1. Olay (Öğretmenin eleştirisi)
  2. Yorum ve yaklaşım biçimi ( Bütünüyle unutmuşum sınıfta kalacağım,neden herkes değil de sadece bana kızıyor? veya bu öğretmen bana taktı...)
  3. Duygu ve davranış (Üzgün, kızgın savunucu,ne yapsam boş! duygusu)

Eğer olayı "Neden öğretmen sadece beni görüyor", veya "Bana taktı" diye yorumlarsanız, öğretmene karşı öfke ve kızgınlık duyarsınız. Bunun arkasından da, öğretmeni kızdıracak ve size karşı olumsuz davranmasına yol açacak bir söz veya tutumunuz gelebilir.

Eğer olayı: "O kadar kişinin içinde beni buldu, bende hiç şans yok. Zaten her zaman böyle olur"diye yorumlarsanız "Ne yapsam boş, ben bu şansla hiçbir yere varamam, nasıl olsa başarısız olacağım"dersiniz. Bu durum çalışma temponuzu düşürür

Bu basit şemadan da görüleceği gibi, süreci başlatan öğretmeniniz olsa bile, duygunuza yol açan sizin kendi düşünme biçiminizdir. Sınavlara ve eğitim başarısına yaklaşım ve yorum biçimi akılcı ve akılcı olmayan biçimde olabilir. Olumsuz ve sıkıntı verecek yaklaşım biçimleri alışkanlık haline gelebilir ve hayatınızda önemli bir stres kaynağı olabilir.

Bir başka yaklaşım biçimi de şöyle olabilirdi

  1. Olay (Öğretmenin eleştirisi)
  2. Yorum ve yaklaşım biçimi ("Ödevi zamanında bitirmeliydim ama bitiremedim" veya "Bunun gibi olaylar birikirse öğretmenimle aram bozulur" veya "Böyle gecikmeler sınava hazırlanmamı güçleştirir" veya "Son hafta sonunu televizyonun başında geçirirken, böyle olacağını tahmin etmemiştim")
  3. Duygu ve davranış (Üzgün, sıkıntılı ancak "Problemin nerden kaynaklandığını biliyorum, ben daha iyisini yapabilirim" yaklaşımının korunması.)

Eğer olayı, "Ödevi neden zamanında bitiremedim, böyle giderse öğretmenle aram bozulur" diye yorumlarsanız, gecikme sebeplerinin üzerinde düşünür, bunları ortadan kaldırarak çalışmaya ayırdığınız süreyi artırabilirsiniz. Bunun sonunda da benzeri bir olay tekrarlanmaz, öğretmenle ilişkiniz gelişir.

Eğer olayı "Böyle gecikmeler sınava hazırlanmamı güçleştirir" diye yorumlarsanız, bu gecikmelere sebep olan engeller üzerinde düşünür, çalışma veriminizi düşüren sebepleri bulursunuz. Bunun sonunda da sınavlara daha kolay hazırlanırsınız ve eğitim başarınız yükselir.

Bir öğrencinin hayatında her gün defalarca meydana gelen bu basit örneklerden de anlaşılacağı gibi, herhangi bir olay çok çeşitli ve farklı davranışlara yol açabilir. Sizi gerilime sokan, sınav kaygınızı yükselten olayın kendisinin stres verici özelliği değil, olayı değerlendiriş biçiminizdir. Çoğunlukla stresi ve sınav kaygısını yaratan doğru ve akılcı olmayan düşünce biçimidir.

Bu açıklamalardan sonra, birçok kişi düşünce ve yaklaşım biçiminin duygularına sebep olduğunu kabul etmekle beraber, çok az kimse öğrenmeyi zorlaştıran, başarıyı engelleyen sınav kaygısını azaltmanın mümkün olabileceğini kabul etmektedir. Çok kişi bunun için ya bir sihirli değnekten yarar beklemekte veya bütünüyle kendini kadere terk etmiş görünmektedir. Oysa olumsuz duygu ve davranışa yol açan düşünce biçimini "Zihinsel Düzenleme Tekniği" adını verdiğimiz bir yöntemle değiştirmek mümkündür. Bu tekniğin öğrenilmesi gerginliği azaltmak ve nispeten olumlu veya bunun olmadığı durumlarda nötr (tarafsız) bir duygu geliştirmek üzere düşüncelerin kontrol altında tutulmasını sağlar

KAYGIYI ARTTIRAN BESLENME ALIŞKANLIKLARI

Bazı yiyecekler sempatik sinir sistemine bağlı kaygı tepkilerini doğrudan uyararak veya yorgunluğu ve sinirsel duyarlılığı arttırarak kaygı oluşumuna katkıda bulunurlar. Bu durumlarda kaygıya karşı dayanma gücünde önemli düzeyde azalmalar görülür

Sempatomimetik maddeler, kaygı tepkisini taklit eden maddelerdir ve bazı besinlerde doğal olarak bulunurlar. Bu besinlerin alınması vücutta kaygı tepkisini oluşturur. Tepkinin şiddeti de kimyasal maddenin alınma miktarına göre değişir. Örneğin; Kafein metabolizmayı arttırır ve yüksek düzeyde uyanıklık ve hareketliliğe yol açar. Ayrıca kaygı hormonlarının salgılanmasına da neden olur. Kafein içeren kahvenin aşırı tüketilmesi sonucunda kaygı, sinirlilik ve huzursuzluk halleri, ishal, düzensiz kalp atışları ve dikkati yoğunlaştıramama gibi belirtiler ortaya çıkar. Kahve, çay kola yerine içilen ıhlamur, adaçayı, nane ve papatya gibi bitki çayları kafein içermediği için normal çayların yol açtığı uyarılma durumunun tam aksine sakinleştirici bir etki gösterirler.

Vitamin eksikliği de kaygıya yol açmaktadır. Kaygılı zamanlarda sinir sisteminin, iç salgı sistemlerinin düzgün çalışmasını sağlamak için özellikle C vitamini ve B kompleks vitaminlere ihtiyaç vardır. Bu vitaminlerin eksikliği kaygı reaksiyonlarına, depresyona ve uykusuzluğa yol açmaktadır. Bu sebeple kaygı yoğunluğunun yaşandığı dönemlerde vitamin takviyesi (doğal yada yapay olarak) yapılmalıdır

Vücudun ihtiyacı olan B kompleks vitaminin eksikliğine yol açan önemli bir beslenme alışkanlığı da rafine beyaz şeker tüketimidir. Şeker, şekerle yapılan pastalar, kurabiye ve böreklerde bulunan şekerin vücutta kullanılabilmesi için vitamine ihtiyaç vardır. Bu vitaminler de vücutta kullanıldığı için eksiklikler ortaya çıkar. Eğer vücut diğer yiyeceklerden B vitaminlerini alamıyorsa bu vitamin eksikliği sonucunda kaygı, huzursuzluk ve genel sinirlilik hali kedini gösterir. Bu nedenle sözü edilen yiyeceklerin özellikle kaygılı dönemlerde tüketimine dikkat edilmesi gerekir. Unutulmamalıdır ki; temel vitaminlerin yeterli derecede alındığından emin olmanın bir yolu da doğal gıdaların çoğunlukta olduğu dengeli öğünler yemektir.